9.11.07

Komünizm ya da Ismarlama Anti-Kapitalizm


1980'li yılların sonuna dek iki kutuplu bir dünyada yaşadık. İki birbirine zıt ideoloji dünya üzerinde "soğuk" bir savaşı sürdürüyor, kimi zaman söz konusu savaşın ısısı Üçüncü Dünya'nın uzak köşelerinde yükseliyor, silahlar konuşuyordu. Taraflardan "korkunç" olanı, soğuk ve totaliter görünümüyle Sovyetler Birliği, "sevimli" olarak gözükeni ise daha renkli ve özgürlükçü vitriniyle ABD idi. Ama ne olduysa oldu, 1990'lara ayak basarken birdenbire "korkunç" kanat çöküverdi. Yıllardır "dünyayı tehdit eden" devasa ideolojik ve askeri bir gücün nasıl böyle aniden eriyebildiği ise akıllarda bir soru olarak kaldı.

10 yıl önce hemen herkes tarafından neredeyse "ebediyete kadar süreceği" düşünülen Soğuk Savaş nasıl böyle birden bitiverdi? Sovyetler Birliği'nin "kağıttan bir kaplan" olduğu yıkıldıktan sonra anlaşıldı, peki o zaman onyıllardır bu "iki kutuplu dünya" ve bunların arasındaki gerginlik nasıl varlığını sürdürebilmişti? Bu sorunun cevabı belki de "dünyanın resmi tarihi"nin biraz dışında, daha gerçekçi bakış açılarıyla anlaşılabilir.

Kitabın diğer bölümlerinde Ortadoğu'nun, Faşizm'in ve diğer pek çok önemli fenomenin göründüğünden daha farklı olabildiğini gördük. Acaba aynı şey komünizm ve Soğuk Savaş için de söz konusu muydu? Yıllardır tüm dünyayı tedirgin eden Soğuk Savaş, acaba göründüğünden farklı bazı ilginç hesapları içeriyor muydu?

Bunun için önce şu soruya cevap vermek gerekmektedir: Soğuk Savaş taraflar için -özellikle Batı açısından- gerçekten tehlikeli ve tedirgin edici miydi? Batılı güçler, iki kutuplu dünyadan ne kadar rahatsız oluyorlardı, ya da oluyorlar mıydı? Bu soruya Mehmet Ali Birand'ın öne sürdüğü bir düşünceyle ışık tutalım:

Batı, Sovyetler Birliği'nin dağılışından bu yana kendine yeni bir düşman arıyor. Komünizm son derece yararlıydı. Tek başına, değişik ideoloji, değişik din veya renkteki insanı kolaylıkla birleştirebiliyordu. "Komünizm geliverir" dendi mi, herkes anlaşmazlıklarını içine atar ve ortak bir hedefe doğru birleşirlerdi. Şimdi komünizm tehlikesi bitince adeta düşmansız kalındı. Yeni bir düşman, yeni bir cepheleşme aranır oldu.1

Evet, komünizmin varlığı Batı için hiç de öyle büyük bir tehlike değildi. Tam tersine büyük bir avantajdı. Bu "tehlike" öne sürülerek ABD tüm dünyada kendine bağlı ülkelerin oluşturduğu dev bir blok yaratmamış mıydı? Soğuk Savaş'ın başladığını, Truman'dan aldığı güçle ilan eden Bernard Baruch, bunu üzülerek mi yapmıştı? Sanmıyoruz.

Doğu ve Batı arasında gerçekleştirilen bu silahsız savaşın ne uğruna yapıldığı da düşünülmesi gereken bir diğer noktadır. Sözde ABD ve Sovyetler Birliği iki zıt ideolojinin savaşını veriyordu. Birisi "özgürlük ve demokrasiyi", diğeriyse "proleterlerin ve ezilenlerin haklarını" savunur görünüyordu. Ama "icraat"lara bakıldığında bu idealist sloganların hiç de önemli olmadığı anlaşılıyordu. SSCB, Doğu Bloku ülkelerini ya da Afganistan'ı proleterleri korumak için mi işgal etmişti? 60 milyon "rejim aleyhtarı"nı, "halk rejimi sosyalizm" adına mı öldürmüştü? Liderleri hiç de Marksist teoride söylendiği gibi, devleti feshedip, yönetimi halka bırakmaya niyetli değildiler. Diktatörlük, hiç de proleteryanın değil, Komünist Parti'li yönetici elitlerin diktatörlüğüydü. Türk solunun ünlü isimlerinden M. Ali Aybar, Leninist Parti, Burjuva Modelinde Bir Örgüttür adlı kitabında, Sovyet sisteminin, hiç de "işçi sınıfı"nı iktidara getirmediğini, tam tersine "burjuva" benzeri bir tür yönetici elit kadrosunun despot rejimi haline geldiğini ayrıntılarıyla anlatır. Öte yandan ABD'nin de söylemleriyle davranışları birbirini tutmuyordu. Kore ya da Vietnam'a "insan hakları ve demokrasi"yi korumak için mi girmişti? Latin Amerika'daki terörist Kontra'ları bu "yüce değerler" adına mı desteklemişti? Şili'de Allende rejimini demokrasi aşkı uğruna mı indirmiş ya da aynı "yüce" amaçlar adına mı Gladio çetelerini kurdurmuştu?

Bu sorulara da kolayca "hayır" cevabı verebiliriz. Bu durumda karşılaştığımız gerçek, onyıllar boyu sürdürülmüş olan Soğuk Savaş'ın, ideolojik temellere ve "idealist" yaklaşımlara dayanmadığıdır. Bu ideolojik zıtlık, iki ülkenin halkları için ya da diğer ülkelerdeki ateşli Amerikan ya da Sovyet taraftarlarının bir kısmı için geçerli olabilir, ama süper güçlerin lider kadroları için söz konusu değildir. Amerikan ya da Sovyet yönetici elitlerin hesapları ideoloji üzerine değil, "çıkar" üzerine kuruludur.

Bu sihirli kelimeyi, "çıkar"ı inceleyelim. Ve yine bir soru soralım: "Çıkar" kimin çıkarıdır? Şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki, bu "çıkar" kesinlikle "sokaktaki insanın" çıkarı olamaz. Vietnam Savaşı'nın ya da Afganistan'ın işgalinin ABD ve Sovyet toplumları için, oğullarını kaybetmek ya da en azından ekonomik sıkıntı içine düşmekten başka hiçbir sonucu olamazdı. Vietnam Savaşı, örneğin, ABD'li silah tüccarlarının çıkarlarına uygundu. Her iki kutupta da yönetici elit, elindeki propaganda araçlarını da kullanarak (Sovyetlerde resmen ve tümüyle ABD'de ise örtülü bir biçimde ve büyük ölçüde bu propaganda araçları yönetici elitin güdümündeydi) çıkarları doğrultusunda uyguladığı eylemleri süslü ideolojik sloganlarla destekler ve meşrulaştırırdı. Söz konusu yönetici elit, yalnızca "yolcu" politikacıları değil, hatta onlardan daha çok, çeşitli örgütlenmeler ve baskı grupları sayesinde "hancı" haline gelebilmiş kişileri içeriyordu. Bu sisteme karşı çıkan Başkan Kennedy'nin uğradığı son bu yönden düşündürücüdür.

Bu noktadan biraz daha ileri giderek, her iki Blok'un da yönetici elitlerinin -ideolojileri ciddiye almadıkları gerçeğini de göz önünde bulundurarak- bir anlamda bir anlaşma içinde bulunduklarını düşünebiliriz. Her iki Blok'un da politik dengeler ne kadar gerginleşirse gerginleşsin, herşeye rağmen "Detant'ın zedelenmeyeceği"ni özellikle belirtmeleri dikkat çekiyordu. Çünkü Detant politik yumuşamanın değil, ekonomik yumuşamanın adıydı. Bu da "çıkar" anlamına geliyordu. Batılı şirketlerin (her iki tarafın da yönetici elitleri için karlı olan) Rusya'daki yatırımlarının zarar görmemesine özellikle dikkat ediliyordu. Sanki iki taraf arasında yazılı olmayan fakat "fiili durumla" kendini belli eden bir anlaşma vardı.

Sonuçta her iki tarafın yönetici elitlerinin "çıkar" gibi ortak bir hedef peşinde iken, "çıkar"larının örtüşmesi ve bunun sonucunda görünmeyen bir ittifak uyguladıkları gibi bir düşünce öne sürebiliriz. Bu haliyle, yalnızca mantıksal bir varsayım olan bu düşünceyi yazının içinde inceleyeceğiz.

İki Blok'un yönetici elitleri arasında bir çeşit ittifak olduğu düşüncesi, acaba realiteye uygun mudur? Bu soruya çoğu kimse ilk başta olumsuz cevap verebilir. Bunun sebebini tarih tezlerinde adamamız gerekmektedir.

"Dünyanın resmi tarihi", dünyanın yönetimini paylaşanlar tarafından yazılır ve bu haliyle kitlelere telkin edilir. Bu nedenle, SSCB ve ABD arasında, hatta daha ileri gidersek kapitalizm ve sosyalizmin arasında bir çeşit "ittifak" olabileceği düşüncesi, genel kabul gören doğrulara çok terstir. Bu bölümde, söz konusu "telkin edilmiş kabul"lerin dışına çıkarak bu konuyu incelemeye çalışacağız.

Aslında söz konusu iki sistem arasında kaynaktan gelen bir birliktelik vardır. Her ikisi de materyalist felsefe yapısının uzantılarıdır. Her ikisinin de "fikir babası", dinin, yok edilmesini, ya da mabed duvarlarıyla sınırlandırılmasını ilk ortaya atan kişi Thomas Hobbes'dir. "Liberte-Egalite-Fraternite" (Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik) sloganıyla her ikisine de kaynak oluşturan devrim ise, locaların gerçekleştirdiği Fransız İhtilali'dir. Her iki sistemin de hedefi birer "yeryüzü cenneti" meydana getirmek olarak lanse edilmiştir. Tabii bu "yeryüzü cenneti", dini bir temele dayanmayan, inanç sistemleriyle bağdaşmayan, tatamen maddeci bir sistem olarak tasarlanmıştır.

Kaynaklar ortak olunca, sonuçlarının da arasında ortaklık bulunması mümkün değil midir? Böyle bir şeyin olabilmesi, kapitalist ve sosyalist liderlerin -tabii hepsini kastetmiyoruz- arasında görünmeyen bir bağ olmasını gerekli kılar. Gizli ve dışa kapalı, yalnızca kendi üyeleri arasında tam mahiyeti bilinen bir örgütlenmeyle bu sağlanabilir ancak. Ya da söz konusu liderlerin önem verebilecekleri bir başka yakınlık, "soy" yakınlığı, "üstün ırkın kardeşliği" inancı gibi bağlar olması gereklidir. Masonluk ve Yahudilik'ten söz ediyoruz kısacası...

Karl Marks'IN BULANIK GÖRÜNTÜSÜ

Marks, "Sosyalizmin Babası", sömürülen işçi sınıfının en büyük "koruyucusu", materyalizmin ateşli savunucusu ve dinin de en büyük düşmanlarından biriydi. "Proleterler"e bir yeryüzü cenneti vaadediyordu. Şartı ise yeryüzü dışındaki cennetten umudu kesmekti. Bu noktada, aslında kapitalist Batı görüşüyle ortak bir noktada, "dindışı"lıkta birleşiyordu. Hem kapitalizmin hem de sosyalizmin ortak parolası olan "yeryüzü cenneti yaratma" fikrinin felsefi kökenini, Bosna-Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç şöyle yorumlamıştı:

Yahudi Dini edebiyatında Mesih, öç alan ve adaleti icra eden kişi olarak övülmektedir. Yahudi adaletinin esas tutumu işte budur. Burada, yani dünyadaki cennet fikri özünde Yahudidir ve sadece içeriği bakımından değil, kaynağı itibarıyla da öyledir. Bu kalıbı Aziz Augustin Hıristiyanlığa, Marks ise sosyalizme intibak ettirmiştir. 2 Yeryüzünde cennet isteyen bütün ihtilaller, ütopyalar, sosyalizmler ve diğer akımlar özünde Eski Ahit'ten (Tevrat) ileri gelmektedir, Yahudi kökenlidir.3

Sosyalbilimci Karl Popper de Marks ile Eski Ahit arasındaki paralellikten sözediyor, "Marksizm'in ortaya attığı türder kehanetlerin mantıksal nitelik açısından çağdaş fiziğin kehanetlerinden çok, Eski Ahid'in kehanetlerine benzediğini" söylüyordu.4

Marks'ın geçmişine bakmak bu tezleri doğrulayacak bilgileri karşımıza çıkarmaktadır. Marks, Batı Prusya'da Yahudi bir ailenin oğlu olarak doğmuştur. Babası Heinrich'in esas adı Hirchel Halevi'dir ve bir Talmud öğrencisidir. Dedesi ise hahamdır. Marks'ın yazdığı ilk makale Yahudi sorunlarıyla ilgili olmuştur. Marks'ın ailesi de birkaç nesildir Talmud öğrencileri yetiştirmektedir. Hirchel'in erkek kardeşi Truer de Başhahamdır. Heinrich Marks, Hanrietta Pressburg adında Nijmegen'li bir hahamın Macar kökenli kızıyla evlenmiştir.5 Bu ideolojik evliliğin sonuçlarından birisi de Karl olmuştur.

Böyle bir ortamda yetişen Marks, zamanla ekonomik konularla ilgilenmeye başlar. Geliştirdiği felsefeyi ise, doğal olarak Tevrat ve Kabbala'dan etkilenerek ortaya koyar. İngiltere'de Yahudilerin yayınladığı Jewish Chronicle gazetesine göre, Marks'ın ontolojisi (yaradılış bilgisi), kitabı (yazıyı) kullanışı, gerçek anlayışı, yabancılaşma ve özgürlük anlayışının Hebrew Bible (Tevrat) ile ve hahamların tefsire dayalı tercümeleriyle derin alakaları vardır. Buna kriter olarak Marks'ın yabancılaşma ve özgürlük teorileri sürgünden bir dönüş gibi, Lurianic Kabbala gibi anlaşılmalıdır. Fishman, Marks'ın sosyal gerçek anlayışında Yahudiliğe dayalı bir yan bulduğunu ortaya koymuştur.6

Marks'ın felsefesinin bir de "metafizik" boyutu vardı. Kabbala'dan esinlenen Marks'ın, bunun bir sonucu olarak "Satanizm" (şeytana tapınma) ile de ilginç bağlantılar kurmuştu kafasında. Malachi Martin The Keys of This Blood adlı kitabında Marks'ın Satanizme olan ilgisini şöyle belirtir:

Gençlik dönemlerinde, Berlin Üniversitesi'nde Karl Heinrich Marks, kin duygusunu depreştiren çok tehlikeli törensel bir tür satanizme ilgi gösterdi. O günden sonra yazdığı şiirleri "Oulanem"e adadı. "Oulanem" Şeytan için kullanılan mistik bir isimdi.7

Marks'ın "renkli" kişiliği bunlarla da sınırlı değildir. Var olup olmadığını incelemeye çalıştığımız sosyalizm-kapitalizm birlikteliğinin ilk örneği belki de Marks'tır. Çünkü, garip ama gerçek, ateşli burjuvazi düşmanı Karl Marks, İngiltere'nin en büyük "burjuva"sı Yahudi banker Rothschild ve benzerleri ile ilişki içindeydi. Eustace Mullins anlatıyor:

Marks'ın ekonomik görüşleri City of London'daki banka kuruluşlarının ve özellikle The House of Rothschild (Rothschild Bankası)'in görüşleri ile tamamen uyumlu idi. Karl Marks'ın Moskova'da değil, Londra'da görülmüş olmasının bir raslantı olmaması gibi, Rusya'daki Bolşeviklerin zaferinin Rothschild'lerin ve onların cemiyetlerinin Çar'ın Avrupa ve New York bankalarında sakladığı 1 milyon doları getirmiş olması da bir raslantı değil. Marks'ın Jenny von Westphalen'le olan evliliği aracılığıyla İngiliz aristokrasisiyle olan yakın ilişkisini de çok az kişi bilir.8

Bunun yanısıra Marks, devrin mason locaları ile de yakın işbirliği içindeydi. Almanya'da Adam Weishaupt'un örgütlediği Illümine masonların kurduğu "Bund der Gerechten" (Doğrular Birliği) Marks'ın ilişki içinde olduğu loca idi. Bu locanın ismi daha sonra "Bund der Kommunisten"e dönüştü. Marks ve Engels Komünist Manifesto'yu bu loca için kaleme aldılar. Manifesto'nun 20 yıl boyunca yazar ismi olmadan çıkmasının nedeni buydu.

Komünist Derneği'ni yöneten Illümine masonlar Karl Marks'dan Bavyera Illümineleri'nin programını bir manifesto şeklinde hazırlamasını istediler. Marks, 1847 Aralığında çalışmalarına başladı. Çalışmanın adı da Komünist Manifesto oldu. Marks'ın burada yaptığı, Bavyera Illüminelerinin kurucusu olan Adam Weishaupt tarafından 70 yıl önce geliştirilen devrimci prensip ve programlarını gün ışığına çıkarıp düzenlemekti.9

Komünist Manifesto'yu hazırlayan üçüncü kişi de yine Yahudi bir aileden gelen Jean Laffite idi... Gerçekte Komünist Manifesto'nun başlangıcı üç zengin burjuvaya dayanıyordu; Marks, Engels ve Laffite.10

Eski Ahit düşüncesinin sosyalizme etkisine bir örnek de Engels. Marks'ın dava arkadaşı Engels de Yahudiliğe büyük "sempati" duyuyor ve Yahudi haklarını her zaman ısrarla savunuyordu: "Engels'de daha sonra antisemitizme karşı koymuş ve onu Alman yönetici sınıfının silahı olarak nitelendirmiştir.11

Engels'in Yahudilik hakkında oldukça ilginç bazı görüşleri vardır:

Yahudilere çok şey borçluyuz. Heine ve Boerne Yahudiydi. Marks safkan bir Yahudiydi. Lasalle Yahudiydi... En iyi arkadaşlarımızın büyük bölümü Yahudi. Şu anda hapisteki arkadaşım Victor Adler, Parlamenter fraksiyonun en önemli üyesi Paul Singer Yahudi. Ve ben bunların arkadaşım olmasından gurur duyuyorum. Zaten ben de "Garten Laube" tarafından Yahudi olarak tanıtılmıştım. Gerçeği söylemek gerekirse bir Herr von olmaktansa bir Yahudi olmayı isterdim.12

Bütün bunların yanında Marks, bir çeşit Yahudi aleyhtarlığı da geliştiriyor, "para Yahudinin ilahıdır" diyordu. Bu çelişkiler içinde komünizmin asırlar boyu taşıyacağı yapay antisemitizm ve anti-kapitalizm geleneğinin de ilk örneklerini sergiliyordu. "Burjuvazi örgütü" olarak nitelendirilen masonluğun Marks'ın ardından komünizmin yayılması için gösterdiği gayret de ilgi çekiyordu. Paris Komünü'nde "kahramanca çarpışan" loca üyeleri akıllarda kalıyordu.

Proudhon ve Bakunin

Komünist felsefenin gelişmesinde Marks'ın yanısıra, başka ilginç kişiler de vardı. Bunlardan biri "Anarşist Komünizm"in kurucusu Proudhon'dur.

Proudhon, anarşist bir bireyciydi, geliştirdiği kuram ve doktrinler "Anarşizm" diye tanındı. "Anarşi, bugünkü toplumların, hiyerarşik ilkel toplumların varoluş şartıdır" diyerek fikirlerini en iyi şekilde açıklamaktadır.13 1840 yılında yayınlanan ünlü eseri Mülkiyet Nedir? anarşist komünizmin temel kaynağı oldu. "Proudhon, zamanın tüm sosyalist önderleri gibi masondu." 14

Fikir alışverişinde bulunup yardımlaştığı çevresi de hep masondur. 1843-46 yılları arasında Paris'te Martin Nodand masondu15; Bakunin de masondur.16 Her ikisi de Karl Marks ile sık sık görüşüp birlikte olmuşlardır. Hatta, 1844'te Alman Yahudisi ve ihtilallerde başı çeken Karl Marks ile beraber olduğu sıralarda onun diyalektik görüşlerini benimsemiştir. Marks La Sainte Famille adlı eserinde "Mülkiyet Nedir?"i ve Proudhon'u uzun uzun övmüştür.

Proudhon, 1848'de mason olan Fransa Kralı Napoléon Bonaparte17 ile tanışıp sürekli görüşmeye başlamıştı; hatta çevre, Proudhon'u Napoléon'un ajanı olarak nitelendiriyordu.

Proudhon'un yarattığı bu sistem, yani Anarşizm, kişi üzerindeki her türlü otoritenin reddidir. Bu otorite özellikle din ve ahlak öğretileri ve devlettir. Hakim sınıfın maşası olan devlet, en kısa zamanda yıkılmalı, yerini halkın tümünü temsil eden bir rejime bırakmalıdır ve bu rejim de komünizmdir. Devletin yıkılması için asıl yöntem kanlı ihtilallerdir. Tıpkı Fransız, Rus ve Alman İhtilallerinde olduğu gibi. Ayrıca din ve ahlak öğretileri diye adlandırdığı kıstasların da kişilerin özgürlüğünü engellediğini savunmuştur. Bu yüzden dini, Allah'ı ve ahlakı reddetmiştir. "Tanrı, şerrin ilkesidir" diyerek bütün dinlerin düşmanı olduğunu söylemektedir. Tanrı'nın anti-liberal, anti-medenileştirici, anti-insancıl olduğunu belirtir. "Eğer yaratıcı varsa onu yok etmek gerekir" şeklindeki akılsızca söz ona aittir.18 Karl Marks, Proudhon'u, Hıristiyanlık ile çarpışıp kırmaya cesaret edebilen tek sosyalist Fransız olarak göstermektedir.19

Proudhon'un yanısıra, Anarşist Komünizmin gelişmesinde büyük rol oynayan bir başka önemli isim ise Michael Bakunin'di. Bakunin, 20 yılı aşkın bir süre boyunca saflarında bulunduğu masonluğun da etkisiyle, oldukça metafizik bir sosyalist anlayış geliştirmişti. Lenin'in devrimci görüşlerinin kaynağı da, Marks'tan ziyade, Bakunin olacaktı. Bakunin'e göre devrim, yalnızca siyasi değil, metafizik ve teolojik bir fenomendi.20 Bakunin aynı zamanda da açık bir Satanist'ti. Şeytan'ı "tüm devrimcilerin ruhani lideri, insan özgürlüğünün gerçek öncüsü" olarak görüyordu. Ona göre Şeytan, en büyük başkaldırıcı ve Allah ve dine karşı verdiği mücadelede en büyük "kurtarıcıydı." 21

Rusya'da KOMÜNİZMİN GELİŞİMİ

Komünist ihtilal, Marks'ın öngördüğünün tersine, gelişmiş Batı'da değil, tarım toplumu olan Rusya'da gerçekleşti. Bir diğer deyişle "gerçekleştirildi". Çünkü olayın sosyolojik faktörlerinin yanısıra çok önemli politik faktörleri vardı. Bu faktörlerin başında Rus ihtilalinin altyapısının -sosyalizm ve kapitalizm arasında var olup olmadığını araştırdığımız bağlantıya delil oluşturacak bir biçimde- büyük sermaye sahipleri tarafından oluşturulması geliyordu. Eustace Mullins anlatıyor:

Banker Jacop Schiff'in özel ajanı George Kennan 19. yüzyılın ikinci yarısında Rusya'yı gezerek Komünist ihtilalcilere para ve silah sağlamıştı. Kennan ayrıca 1905'teki Rus-Japon Savaşı'nda (savaştaki Rus yenilgisi ihtilale ortam hazırlamıştır) Japonlara finansman sağladı. 1915'te New Yok'ta American International Corporation-AIC (Amerikan Uluslararası Şirketi) kuruldu. Şirketin asıl hedefi, önceden Schiff ve diğer bankerlerce desteklenen Bolşeviklere finansal yardım sağlamaktı. Bu yeni firma S. P. Morgan, Rockefellerlar ve National City Bank tarafından kurulmuştu. Yönetim Kurulu Başkanı National City'nin eski başkanı olan Frank Vanderlip'ti. Kendisi 1910'da Federal Rezerv Kanunu'nu yazan grubunda üyesiydi. Yöneticileri; Pierre Du Pont, Kuhn & Loeb CO'den Otto Kahn, Başkan George Bush'un büyük babası George Herbert Walker; New York Federal Rezerv Bankası Başkanı William Woodward; Loeb Union Pacific Demiryolları'ndan Robert S. Lovett; Perey Rockefeller, John D. Ryon, J. A. Stillman; A. H. Wiggin ve Beekman Winthroop'tu.

1928'de AIC yöneticileri arasında Perey Rockefeller, Pierre Dupont, Kuhn & Loeb Co.'den Elisha Walker ve Lazara Freres'den Frank Artschul vardı. Komünistlere yardım programında AIC, büyük ölçüde Morgan Guaranty Trust ile işbirliği yaptı. 1903'te Guaranty Trust'ın yöneticileri; First National Bank'ın kurucusu George F. Baker; Rothschildler'in temsilcisi August Belmont; Union Pacific Demiryolları Kurucusu E. H. Harrimon; ABD eski Başkan Yardımcısı Levi Morton; John D. Rockefeller'in Standard Oil'da ortağı olan Henry H. Rogers; H. Mc. Twobly ve Frederick W. Vanderbilt idi.

Hiç kimse bu büyük bankacıların anti kapitalist bir komünist ihtilali finanse edeceğini tahmin edemezdi. Ama aynen böyle oldu. Aynı adamlar Woodrow Wilson'un politik kampanyasını da finanse ettiler. Wilson, Paris Barış Konferansı'nda: "ABD'de Bolşevizme yakın kişiler vardır, çünkü bu rejimle istedikleri birey modelini oluşturmak için bir fırsat doğmuştur" diyordu. Wilson'un bahsettiği bu kişiler Morganlar ve Rockefellerlar'dı.22

Bu anlaşılması zor ilişkide Rothschild, Schiff, Rockefeller, Morgan gibi isimlerin geçiyor olması ister istemez "İsrailoğulları faktörü"nü akla getiriyor. Olayı bu yönüyle Encyclopædia Judaica'da incelediğimizde ise ilginç başka bilgilere rastlıyoruz:

Yahudiler, bolşevizmin ve Sovyet rejiminin kuruluş yıllarında çok önemli rol oynamışlardır. Komünizmin Rusya'da ve daha sonra Avrupa'da yaptığı atakta, Yahudiler Sovyet rejiminin yerleşmesinde büyük pay sahibidirler.23

Bu "faktör"ün en önemli temsilcilerinden biri Parvus Helphand'dır. Asıl adı Israel Helphand olan Yahudi yazar, 1905 Rus-Japon Savaşı'nın olacağını 1895 yılında yazmış ve bu savaşın Rus devrimiyle sonuçlanacağını ileri sürmüştü. Parvus, daha sonra da komünist harekete aktif destek verdi.

Yahudiler, komünist düşünceyi yaymak için Rusya'da çeşitli organizasyonlar kurdular. Bunların en önemlileri The Bund (Yahudi İşçi Partisi), The Farejnikte ve Po'alei Zion idi.24 Bunlardan özellikle The Bund, komünizmin gelişmesinde önemli rol oynadı. Daha sonra Lenin'in önderliğinde devrimi gerçekleştirecek olan Rus Sosyal Demokrat Partisi'ne katıldı. Encyclopædia Judaica konuyla ilgili şunları yazıyor:

1905-1906 yılları arasında Bund bir çok konuda bolşeviklerle beraberdi. Bund onların yardımı sayesinde Sosyal Demokrat Parti'nin Stockholm'deki kongresinde bütün Rus organizasyonlarının arasına döndü.25

Komünizmin Yahudilikle olan bağlantısı hakkında o dönemde ilginç tezler üretiliyordu:

A. Lunacharsky dinle ilgilenen bir kişiydi. Kitab-ı Mukaddes'in, özellikle peygamberlerin devrimci yanları olduğunu ve Tevrat ile işçi dini arasında bağlantı olduğunu söylüyordu. Maxim Gorki ise antisemitizmi kınıyordu. Gorki, Siyonizm konusundaki pozitif düşüncelerini ilk olarak 1902'de kaleme aldı. 1906'da Bolşeviklere katıldığında kitabını tekrar yayınladı. Yahudi etniklere yardımı ve onları güçlendirmeyi savunuyordu.26

KOMÜNİST İHTİLALİN KAPİTALİST FİNANSÖRLERİ!

Gary Allen, Sermaye ve Sosyalizm'de sermaye sahipleri ile ihtilaller arasındaki ilişkiyi şöyle açıklıyor:

Hiçbir ihtilal teşkilatsız ve parasız gerçekleştirilemez. Sömürülen yoksul kitleler bunlardan birincisini kısmen sağlar, parayı ise asla! Sermaye sahipleri ise her ikisinin de üstesinden gelirler.27

İhtilalin finansman gibi çok önemli bir sorununun kimler tarafından halledildiğini incelediğimizde yine garip tablolara, sosyalizm-kapitalizm arasındaki ilginç birlikteliklere rastlıyoruz:

ABD'nin Rusya Büyükelçisi'nin, Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği telgraf:

Dosya No: 881.00/288

Rusya'daki Büyükelçi (Francis)'den Dışişleri Bakanı'na,

Petrograd, 19 Mart 1917, saat 09:00 (20 Mart saat 18:00'de alındı)

Asayiş berkemal, Çar ve Çareviç'in tahtı terk etmelerinden sonra Dük Mikhail gibi tahtta hak iddia edecek kimselere ve bu tür girişimlere karşı her türlü tedbir alınmıştır. Geçici hükümetin paraya acilen ihtiyacı olduğu için, İngiltere Rusya'ya mali yardımda bulunmuştur, ve bütün müttefikler yeni hükümeti tanıyıncaya kadar da muhtemelen yardıma devam edecektir. Acil bir yardım çok yerinde olur. Şimdi Amerika'dan gelecek bir mali yardım ise en iyisi olurdu. Bu ihtilalin başarılı olması, Yahudiler için çok önemlidir. Şayet Yahudiler bu şekilde mesafe katederlerse, bu hususta gizliliğe titizlikle uyulması lazım gelecektir. Aksi takdirde ihtilal, burada sayıları bir hayli kabarık olan Yahudi aleyhtarlarının muhalefetini uyandıracak bir safhaya girebilecektir. Francis.28

Rus ihtilalinin gerçekleştirilebilmesi için dev boyutlarda para harcandı. Küçük bir grubun koca bir devleti ele geçirebilmesi şüphesiz büyük ölçüde maddi güce dayalıdır. Üstteki telgrafta ifade edilen hayati öneme sahip bu parayı kimler vermişti? Rus devriminin maddi desteğini sağlayanlar dünya çapında faal büyük Yahudi bankerlerdi. Bunların başında ihtilalde en az Lenin kadar rolü olduğu söylenen Jacob Schiff geliyordu. Yahudi bankerler ile ilgili Arsene de Goulevitch şunları anlatıyor:

Roger Lambelin ile O. Petrovsky gibi yazarlar da I. Dünya Savaşı'ndan önce, Amerika'da, Yahudi bankerler tarafından, Rusya'daki devrimci faaliyetleri, propagandaları desteklemek amacıyla bir ortak fon kurulduğunu yazıyorlar. 1917 baharında ise Jacob Schiff, devrime verdiği parasal destekle Çarlık rejiminin devrilmesinde en büyük payın sahibi olmakla övünüyordu.29

Lenin ve arkadaşlarına para yağdıranlar arasında Warburg ailesi ve ihtilalin "kahin"lerinden olan Yahudi asıllı Parvus da vardır.

Lenin ünlü mühürlü vagon içerisinde yola çıkarıldı. Beraberinde 5-6 milyon dolar tutarında altın para bulunduruyordu. Bu işi yapanlar, Alman yüksek makamları ile Max Warburg ve bütün hayatı boyunca Sosyalist olan Alexander Helphand'dır. A. Helphand çok zengin biriydi ve Parvus takma adını kullanırdı.30

İhtilalin finansörlerinin sayısı oldukça kabarıktır. Bunların hepsi de uluslararası Yahudi bankerlerdi:

Yahudi Schiff'in Bolşevik ihtilalindeki rolü, müttefik haberalma servislerince iyi bilinmektedir. Bu noktadan hareketle bolşevizmin bir Yahudi hareketi olduğunu söyleyenler vardır... Daha sonraları ortaya çıkarılan belgelerle, ihtilalin daha başka uluslararası bankerler yanında, Schiff, Warburg ailesi, Rockefellerlar ve Morgan'ların desteğiyle gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Belgeler, Morgan kuruluşlarının da Kızıl İhtilal için en az bir milyon dolar harcamış olabileceğini göstermektedir...

Bolşevik ihtilalinin diğer büyük parasal destekçisi de Lord Alfred Milner adlı İngilizdir. Milner, "Round Table Groups" adlı gizli bir örgütün organizatörü ve başıdır. Bu örgüt, Lord Rothschild tarafından desteklenmektedir.31

Uluslararası Yahudi örgütü B'nai B'rith ve İskoç Riti localarının da aktif desteği söz konusuydu. B'nai B'rith hakkında yazılmış bir kitap olan The Ugly Truth about the ADL'de Yahudi finansörler ile masonluk arasındaki ilişki vurgulanıyor:

B'nai B'rith Çarlık aleyhtarı isyankarlara silah sağladı. Böylece B'nai B'rith, 1905 Rus ihtilali'nde aktif bir rol oynadı. Bu hareket nedeniyle ünlü Amerikan Yahudileri Bolşevik olmakla itham edildi. Kuhn Loeb Company sahibi Warburg ailesi Lenin'i ve Troçki'yi finanse etti; baba oğul Bolşevik ajanları Yahudi Julius ve Armand Hammer ABD Komünist Partisi'ni kurdu ve Amerika'da Bolşevik hareketini yayarak 1917 Sovyet İhtilali'nden sonra ülkede on yıl geçirdi. Aslında Çar'ın devrilmesi ve Rusya'da Bolşevikler'in başa geçmesiyle İskoç Riti tarafından oluşturulan hedefler gerçekleştirildi.32

Görüldüğü gibi, Rus ihtilali de tamamen uluslararası Yahudi bankerlerince finanse edildi. Rothschild, Rockefeller, Morgan, Schiff, Milner gibi Yahudi bankerler dünyanın hemen her önemli gelişmesinde rol oynadılar. Verilen mücadelelerin en önemli birkaç faktöründen birinin finans olduğu göz önünde tutulursa, yalnızca maddi yönden bile Yahudilerin ne denli etkili oldukları kolayca anlaşılır.

Rus İhtilalinin en büyük rolünü Lenin'in liderliğinde 1898 yılında kurulan Rus Sosyal Demokrat Partisi üstlenmiştir. Bu partideki çok belirgin "İsrailoğulları" faktörü, ihtilalin bilinmeyen yönlerine ışık tutuyor. Bu parti 1903 yılında Bolşevik ve Menşevik isimli iki gruba ayrılır. Bolşevikler ki devrimi yapacak olanlar onlardır, komünizmin devrim yoluyla Rusya'ya gelmesi gerektiği savunurken, Menşevikler aynı sonuca ihtilalsiz de ulaşılabileceği tezini savundular. Menşevik kanadın gücü kısa sürede azalarak önemini yitirdi. Bolşevikler hakkında Encyclopædia Judaica'da şu bilgiler yer almaktadır:

Bolşevik Grubu'nun (1912-13'de Bolşevik Partisi oldular), organizasyonu ve propagandasının oluşumu sırasında birçok Yahudi aktif rol oynamıştır. Bu Yahudilerin sayıları 1917 Şubatı ile Ekimi arasındaki Rus devriminde hızla yükseldi.33

Yahudilerin bu denli etkili oldukları parti, Yahudilik konusunda kendisini ortaya koydu. Yine Encyclopædia Judaica'dan öğreniyoruz:

Rus Sosyal Demokrat Partisi'nin III. Kongresi'nde Lenin işçi Yahudiler için özel bir başlangıç konuşması yaptı. 1900-1906 arasında Lenin Yahudilik konusunda kendisini şöyle tanımlamıştır: Antisemitizm, asimilasyona karşı Yahudi milliyetçiliği, Sosyal Demokrat Parti ve Bund arasındaki ilişki.34

Rus Sosyal Demokrat Partisi, dışarıdan aldığı destekle birlikte ihtilale doğru yürümeye başladı. Ülke içinde giderek artan hoşnutsuzluklar, imparatorluk hükümetinin parlamento rejiminin kurallarına uymayı reddetmesi, reformların yavaşlığı gibi sebeplere 1905 Rus-Japon savaşı da eklenince ihtilalin ilk temelleri atılmış oldu. Alman ve Amerikan Yahudi bankerlerinden oluşan Kuhn Loeb And Co. grubu Rus Çarlığı'ndaki her türlü devrimci düşünce ve faaliyeti destekleyen başlıca kuruluştu. Rus-Japon Savaşı, bu uluslararası şirketler grubunun Yahudi başkanı Jacob Schiff'e Çarlık hükümetine bir kaç darbe vurmak fırsatını verdi. "Amacımız elimize fırsat geçtikçe Rusya'ya verebileceğimiz en ağır zararı vermektir" diyen Schiff, savaş boyunca Rusya'yı çökertmek için Japonlara 200 milyon dolar para yardımında bulundu. Ayrıca Kuhn Loeb ve şirketleri Japonların dışarıdan yaptıkları borçlanmaları üzerine aldı.

Japonya karşısındaki bozgundan sonra Rusya'da monarşinin itibarı iyice azaldı. Muhalefet, imparatordan liberal, sosyal ve parlamenter bir rejim kurulmasını istedi. İhtilal Petersburg'da 22 Ocak 1905'te (Kanlı Pazar) işçilerin ve bazı askerlerin ayaklanmalarıyla başladı. Olaylar kanlı bir şekilde bastırılınca Bolşevikler kendiliğinden başlayan bu ayaklanmanın yönetimini ele geçirmeyi denediler. Petersburg'da Merkezi İşçi Sovyeti kuruldu. Genel grev tehdidi karşısında Çar, 30 Ekim tarihli bildirisiyle bir Duma (meclis) seçilmesine izin verdi. İhtilal bastırılmıştı ama Troçki'nin bir "genel prova", Lenin'in de "halkın yeni bir iktidarı denemesi" diye adlandırdığı olay gerçekleşmişti. Gerçekten de asıl amacı genel bir prova niteliği taşıyan 1905 Hareketinden devrimi gerçekleştirecek olanlar gereğince yararlandılar.

Schiff'in faaliyetleri I. Dünya Savaşı sırasında meyvelerini verdi. İhtilalci olanlar, cephede savaşanların morallerini bozmak ve cephe gerisindeki hoşnutsuzlukları kışkırtmak suretiyle Rus şehirlerinin banliyölerinde karışıklıklar çıkarmayı başardılar. Propagandaları ihtiyat askerleri arasında da iyi sonuçlar verdi; ihtiyat askerlerinden meydana gelen bir alay cepheye gitmemek için isyan etti. Bu isyan çarlık rejiminin yıkılmasına yol açacaktı. Başkent halkı, 4 Mart'ta fırınları yağmaladı. 7 Mart'ta kısmen grev başladı ve 9 Mart'ta işçilerin de katılmasıyla siyasi bir nitelik kazandı. Savaşın bitirilmesi ve hükümetin değişmesi isteniyordu. 8 Mart'ta grev genelleşti. Hareketin bu kadar çabuk yayılması karşısında şaşıran sosyalist liderler işçilerden ihtiyatlı olmalarını istediler. Fakat 11 Mart'ta askeri birlikler de ayaklanınca başarı elde edilmiş oldu. İmparatorluk hükümeti de 12 Mart 1917'de istifa etti.

ÇARLIK'TAN BOLŞEVİK REJİM'E GEÇİŞ AŞAMASI: "Kerensky HÜKÜMETİ LOCASI"

1917 yılının Şubat ayında Rusya'da, "Şubat Devrimi" gerçekleşti. Rusya'nın değişik yerlerinde, başta Redrozrad olmak üzere, ayaklanmalar başladı. Sonunda 16 Mart'ta Romanov hanedanının son Çarı II. Nikola tahttan çekildi.

Bunun üzerine, Ekim'de gerçekleşecek olan Bolşevik devrimine kadar, Kerensky önderliğinde bir sosyalist geçiş hükümeti kuruldu. Kerensky hükümetinin en büyük icraatı ise, o dönemde çoğu hapiste ya da sürgünde olan komünistleri serbest bırakmak, komünist liderlere zemin hazırlamak oldu. Başlangıçtan Bugüne Kadar Dünya Casusluk Tarihi'nde Kerensky hakkında şunlar yazıyor:

Kerensky Sosyal Demokrat olarak bilinirdi. Ama komünist bir hükümete geçiş için basamak oldu. Kerensky komünistler ve diğer ihtilalciler için ülkede genel af ilan etmişti. Bu aftan yararlananların çoğu 1905'deki başarısız "Kızıl İhtilal"den sonra sınırdışı edilen komünist ihtilalcilerdi. Bu aftan sonra 250 bin ihtilalci görevlerinin başına iade edilmiş oldu.35

Kerensky, Lenin ekibinin ihanet suçuyla tutuklanmasını ya da sınıra sürülmesini önledi.36

Kerensky hükümetinin başa geldiğinde ilk işi, Yahudiler için faaliyet gösteren Troçki ve Lenin gibi ihtilalcilerin serbest bırakılması için af çıkartmak, ardından da 16 Mart 1917'de, Çarlık döneminden beri süregelen, Yahudiler hakkındaki bütün kısıtlamaları kaldırmak oldu. Bundan üç gün sonra ihtilalin en büyük destekçisi Yahudi banker Jacob Schiff'in Kerensky hükümetine teşekkür mektubu gönderdiğini The New York Times'dan öğreniyoruz:

Dindaşlarımızı acımasızca takip edip, onlara zulmeden baskıcı otokrasinin barışmaz düşmanı olarak, Rus halkını, parlak bir şekilde başardığı işten dolayı kutlamama ve, size ve hükümetteki arkadaşlarınıza sonsuz başarılar dilememe müsadenizi rica ederim...37

Kerensky'nin Yahudiler yararına bolşeviklere verdiği bu üstü kapalı desteğin nedenini anlamak zor değildir. Sosyalist Kerensky, üst dereceli bir masondur.38 Kerensky'nin ekibi de masonlardan oluşmaktadır. Masonluk hakkında yazılmış ünlü kitaplardan olan The Brotherhood'da bu konuda yeralan bilgiler şöyledir:

1917 yılında Rusya'da ihtilal patlak verince, Londra ve Paris'te 400 kadar Rus masonu 40'a yakın gizli dernek kurarak Rusya Halkları Mason Merkez Locası ilkeleri doğrultusunda birleştiler. 1917'de geçici hükümetin başında Kerensky vardı. Bu hükümetin çoğunluğunu masonlar oluşturmaktaydı.39

Kerensky hükümetlerinin sağladığı geçiş dönemi boyunca Rusya'nın dört bir yanında güçlenen komünist işçi birlikleri "Sovyet"ler 1917 Ekim'inde Bolşevik ihtilalini gerçekleştirdiler. Petrograd'daki kışlık saraya saldıran Bolşevikler hükümeti istifa ettirdiler ve Lenin'in önderliğindeki Bolşevik Parti iktidarı ele geçirmiş oldu. Bu arada üzerinde durulması gereken bir kişi de, devrimin Lenin'den sonra ikinci lideri olan Leon Troçki (Trotsky) idi.

Leon TroÇkİ

Türk yahudilerinin yayınladığı Şalom adlı gazetede Troçkiden şöyle söz edilir:

"Ekim Devrimi'nden evvel Şubat 1905 ve 1917'deki ayaklanmalarda "Silahlı Peygamber" adı verilen Leon Troçki Bronstein çok büyük rol oynamıştır." 40

Rus ihtilalinin tek lideri genelde Lenin olarak tanıtılsa da gayet iyi bilinir ki, devrimi Lenin ile birlikte götürmüş olan ikinci kilit isim Leon Troçki'dir.

Encyclopædia Judaica Troçki'yi şöyle anlatılıyor:

Troçki, Ukrayna'da lvanouka'lı bir Yahudi çiftçinin oğluydu. Odessa Üniversitesi'nde matematik okumuş, fakat kendisini devrimci çalışmalara adamak için öğrenimini bırakıp 1896'da yasadışı Sosyal Demokrat Parti'ye katılmıştı.41

Troçki'nin yetişmesinde en önemli rolü ise ünlü Yahudi Parvus oynamıştı:

Troçki, Helphand (Parvus)'un etkisi altında "sürekli devrim" teorisini oluşturdu. Rusya'daki burjuvazi rejimine göre, Batıdaki sosyalist devrimden evvel sosyalist sahneye yol gösterdi.

Troçki, 1917 Şubat Devriminin patlak vermesinden kısa bir süre sonra Rusya'ya döndü ve Petrograd işçileri tarafından müthiş bir sevgiyle karşılandı. Lenin'le işbirliği yaptı. Kerensky'nin geçici hükümeti onu yakaladı, fakat kısa bir süre sonra serbest bıraktı. Hapishanedeyken Bolşevik Merkezi Komitesi'ne seçildi. Aynı zamanda Petrograd Sovyetinin ve onun Askeri Devrim Komitesi'nin başına geldi.42

Troçki, daha önceki başarısız devrim deneyinden sonra yurt dışına kaçmıştı. Ekim devrimi için Rusya'ya dönerken büyük bir sorun çıktı. Bu sorunu halleden de Amerika'daki Yahudi finans lobisi olduğunu Gary Allen ve Eustace Mullins araştırmalarında şöyle bildiriyorlar:

Troçki'nin Rusya'ya gitmek üzere 27 Mart 1917'de, beraberindeki 275 ihtilalci ile New York'u terk ettikten sonraki ilk uğrak yeri, Kanada'daki Halifax kenti oldu... Burada yakasını ele veren Troçki bir Kanada hapishanesine atıldı. Ne var ki bir hafta yatmadan, İngiltere ve Amerika'nın baskılarıyla serbest bırakıldı. Amerika ve İngiltere'yi böyle bir müdahaleye itenler, bu iki ülkedeki dev kuruluşların milyarder sahipleriydi.43

Leon Troçki 1917'de New York'tayken Rusya'da Bolşevikler'in hakimiyetini sağlamakla görevlendirildi. Rockefellerlar bu yolculuğu için kendisine 10.000 dolar verdi. Başkan Woodrow Wilson'dan özel bir pasaport alındı ve Lincoln Stffens koruması olarak gönderildi. Troçki'nin gemisi Halifax'a yanaştığında Kanada Gizli Servisi onu tutukladı ve Nova Scotia'da hapsetti. Başbakan Lloyd George Londra'dan telgraf çekerek Troçki'nin serbest bırakılmasını istedi, fakat gizli servis bunu umursamadı. Sonradan Mackenzie King anlaşmaya dahil oldu ve Troçki'nin özgür kalmasını sağladı. Wall Street avukatı Thomas D. Thacher'ın yardımıyla King, Kızılordu'yu kurdu. Troçki'yi tutuklayan ajanlar kovuldu.44

Troçki, devrimde Lenin'le birlikte en büyük rolü oynadı. Devrim sonrasında ise Troçki'nin emrine Kızılordu verildiğini Encyclopædia Judaica anlatıyor:

Troçki, Mart 1918'de askeri ilişkilerin halk yöneticisi olmuş, Kızılordu'yu organize etmiş ve iç savaş cephelerinde askeri operasyonları yönetmiştir. Lenin'in yaşadığı dönemdeki parti içi tartışmalarda terör devriminin meşruluğuna karşı olan rejimlere sert solcu haliyle yaklaşmıştır.45

Rus Yahudileri de Troçki kumandasındaki Kızılordu'yu benimsemişlerdi:

Büyük sayıda Yahudi genci Kızılordu'ya katıldı.46

Troçki, Yahudi kökenli olmasının kendisi için politik bir engel oluşturduğunun farkındaydı. 7 Kasım 1917 zaferinin ardından Lenin kendisine ilk Sovyet hükümetinin başına geçmesini teklif ettiğinde, Troçki reddederek "sence düşmanlarımızın eline benim Yahudi olmam gibi bir silah vermek akıllıca olur mu?" demişti. Troçki, antisemitizm konusunda da şunları söylüyordu: "Çürümüş burjuva cemiyeti yaşadıkça barbar antisemitizm her yere yayılacaktır." 47

LENİN'İN "KAPİTALİST" DOSTLARI!

Radikal hareketler, büyük parasal ve dış destek olmadıkça gerçekleştirilemezler, 20. yüzyılın büyük tarihçisi Oswald Spengler, solun, düşman görünen büyük sermaye sahiplerinin kontrollerinde geliştiğini gören bilim adamalarından biridir. Ünlü eseri Batı'nın Çöküşü'nde şöyle der:

Sermayenin yönlendirmediği hiçbir proleterya hareketi, hatta bir komünist hareketi şimdiye kadar görülmemiştir. Bu hareketler, idealist liderleri, arasında böyle bir şüphe dahi uyandırmaksızın sermayece yönlendirilmiştir.48

Marks'ın en büyük öğrencisi Lenin, ondan "kapitalizmle gizli birliktelik" mirasının da almıştı. Yaptığı ihtilalin finansmanını büyük sermayedarlardan bulan Lenin, ihtilalin ardından da aynı çevrelerden destek gördü. Eustace Mullins'ın bu konu hakkındaki notları:

Lenin, Beyaz Saray'daki güçlü arkadaşından, Wilson'dan yardım istedi. Wilson, Kuhn & Loeb Co. avukatlarından ve eski dışişleri bakanı Elihu Root'u Özel Savaş Fonu'ndan 20 milyon doları Bolşeviklere vermesi için Rusya'ya yolladı. Cömertlikte Wilson'dan geri kalmayan J. P. Morgan & Co. kuşatma altındaki Lenin ekibine finansal yardım sağladı.49

The Unknown War With Russia adlı kitabında Robert S. Maddox: Rusya'daki Mart İhtilali, Wilson'un hayal ettiği savaş sonrası dünya ortamını yaratacaktı. ABD'nin geçici hükümeti ilk olarak tanımasını sağladı. "Maddox"un belirttiğine göre Versay Antlaşması'nın 6. maddesine göre "Rusya kendi belirlediği kurumlarla devam edecekti." Ve böylece Bolşevik rejiminin geleceği garanti altına alınmıştı. Wilson'un politik yardımcısı Albay House kendi sekreteri Kenneth Durant'ı Rusya'ya gönderdi ve 1920'de Sovyet Bürosunda sekreter olarak çalışmaya başladı.50

Ingersoll Rond'ın Başkanı ve New York Federal Reserve Bankası'nı Başkan Vekili William Laurence Sanders, 17 Ekim 1918'de Wilson'a yazdığı mektupta: "Rus halkı için, Sovyet formu hükümet en uygunudur ve ben de bu sistemi desteklemekteyim" diyordu. 1914'ten beri New York Federal Reserve'in Başkan Vekili olan George Foster Peabody, Rockefeller'lar için (General Education Board) Genel Eğitim Kurulu'nu kurmuştu ve Bolşevikler'in devlet tekelini desteklediğini belirtti. Böylece New York Federal Reserve'in en ünlü üç görevlisi Sanders, Peabody ve William Boyce Thompson Bolşevizmi destekliyordu. Thompson daha sonra ABD'de Bolşevikler'in propagandası için bir milyon dolar verdi. New York Federal Reserve Bankası, N. M. Rothschild ve oğullarının sahip olduğu beş New York Bankası tarafından yönetiliyordu. Anlaşılıyor ki bu üç adam sadece işverenlerin isteklerini gerçekleştiriyordu.

Tarihteki en ilginç göçe William Boyce Thompson başkanlık etti. 15 meşhur Wall Street avukatı ve finansörü Rusya'ya giderek sendeleyen Bolşevik rejimini kurtardı. J. P. Morgan, Thompson'a Petrograd'daki National City Bank şubesinden bir milyon dolar gönderdi. Bu banka Bolşevik rejiminin saldırısına uğramayan tek bankaydı.51

2 Şubat 1918 Washington Post'ta şöyle bir haber yayınlanıyordu: Kasım'a kadar Petrograd'da kalan William Boyce Thompson Bolşevikler'e doktrinlerini Almanya ve Avusturya'da yaymaları için bir milyon dolarlık yardım yapmıştır. Thompson'un bu görevinde Amerikan Kızıl Haç Başkanı Henry P. Davison; Thomas Thatcher ve Harold Swift vardı ve bunlar tümü CFR üyesiydi. National City Bank, Rusya'ya 50 milyon dolar borç vermişti ve Morgan Guaranty Trust Sovyetlerin Amerika'daki finansal çıkarlarını gözetiyordu. 1922 Ocak'ta Ticaret Sekreteri Herbert Hoover, Guaranty Trust'ın Moskova'daki Devlet Bankası'yla ilişkilerine izin verdi. Şimdi Guaranty Trust Başkan Yardımcısı olan Alman bankacı Max May 1923'de Ruskombank'ın dışilişkiler başkanı oldu, bu Sovyetler'in ilk uluslararası bankasıydı. Who's Who'ya göre Max May 1883'te ABD'ye geldi, 1888'de vatandaşlığa geçti ve 1904-18 Guaranty Trust başkan yardımcısı, 1922-25 Rus Ticaret Bankası Kurulu üyesi ve idarecisi J. P. Morgan ve Guaranty Trust, Sovyet hükümetinin ABD'deki mali ajanlarıydı. Çar'ın altınları Guaranty Trust'a yatırıldı.

Bu operasyonlarını örtbas etmek için Guaranty Trust'ın bazı görevlileri ve Otto Kahn bir "anti-komünist grup" kurdu. Bu "United American" grubu anti-Yahudi ve anti-komünist propaganda yapıyordu. Örgüt, komünizme karşı olanları etkisiz hale getirmek amacıyla kurulmuştu...

Öyle ki, bolşevik hareketin dünya karargahı Wall Street'teydi.52 1922'de Chase National Bank, Rus hükümetini tanımak ve ticareti geliştirmek için Amerikan-Rus Ticaret odasını kurdu.53

Lenin'in programı büyük zenginlerin programıdır. Çünkü o, bütün özel mülkiyeti kaldırır ve devlet kontrolü altına koyar. Devlet ise, büyük zenginler tarafından kontrol edilir. İşte dünya düzeni!54

Lenin'in kapitalist dostlarının, ilginç olarak, çoğunlukla Yahudi sermayedarlar ya da masonik kompleksten örgütler -CFR gibi- olduğunu görüyoruz. Peki bu kişi ve örgütlerin Lenin'i desteklemelerindeki amaç neydi? Kimileri, Lenin ve arkadaşlarına yapılan maddi desteğin, Almanya tarafından geldiğini, bunun da Almanya'nın savaşmakta olduğu Rus Çarlığı'nın yıkılmasını istemesiyle ilgili olduğunu söyler. Ama, Bolşevikleri destekleyenler yalnızca Alman "kapitalist"leri değildir. Gary Allen'ın sözleriyle:

Max Warburg'un Lenin'i desteklemesini Alman yurtseverliğine bağlarsak -ki öyle değildir- ya Schiff, Morgan, Rockefeller ve Milner'ın finansmanlarını nasıl açıklayacağız? 55

Bolşevik İhtilali dünyanın en zengin ve güçlü kimselerince desteklenen bir harekettir. Hareketin görünürdeki amacı-Rothschild'ler, Rockefeller'lar, Schiff'ler, Warburg'lar, Morgan'lar ve Milner'lar gibi-servet sahiplerinin mallarının ellerinden alınarak devletleştirilmesi anlayışına yönelik görünüyordu. Fakat görünürde olan şuydu ki, bu kişiler, komünizmden hiç korkmuyorlardı! Bu hareketi finanse eden ve böylece onu kontrol altında tutan sermayenin ondan ondan korkması için bir neden de yoktu... Rothschild ve ekibinin, bir buçuk asırdır, aynı klasik yöntemle boğuşma içinde olan iki düşman grubu aynı anda desteklediklerini unutmamak gerekiyor.56

Söz konusu "kapitalist"lerin neden Lenin ekibini destekledikleri sorusuna çok değişik cevaplar bulunabilir, ama Lenin'in Yahudi toplumu adına yaptıkları, bu noktada gözden kaçırılmaması gereken bir gerekçe olarak gözüküyor. Encyclopædia Judaica Lenin'in Yahudilere olan "zayıflığını" anlatıyor:

Lenin başa gelir gelmez Yahudileri koruyan birçok kanun çıkardı. Bununla beraber, Yahudilerin haklarını koruyan partiye bağlı bir örgüt de kurdu.57

Lenin, Rus İhtilali'nden sonra güç kazanınca Yahudiler için özel bölümler açılmasını sağladı. Lenin, siyonizmi destekliyor, İbranice'nin Yahudilerin arasında kullanılmasını benimsiyordu.58

Bununla birlikte, Lenin Çarlık döneminde siyonist faaliyetler göstermekten dolayı tutuklanmış olan bir çok Yahudiyi serbest bıraktı: "Lenin, bir çok siyasi suçu bulunan haham ve siyonistlerin tutuksuz kalmalarını sağladı ve bunların Filistin'e gitmelerine yardım etti." 59

Lenin'in Yahudilik konusundaki hassasiyeti her açıdan belliydi:

1917 Devrimi sonrası Lenin Rusya'da başa geçince hem Komünist Parti'de, hem de Joseph Stalin'in başkanlığındaki bölümlerde Yahudi ilişkileri için özel departmanlar kurdurdu. Ve, İbranice'nin Yahudilerin ulusal dili olarak tanınmasına karşı çıkmadı.60

Bütün bunların yanında Lenin antisemitizme (Yahudi aleyhtarlığı) karşı da büyük faaliyet gösterdi. "Lenin de diğer devrimciler gibi antisemitizm üzerine büyük bir samimiyet ve canlılıkla gitti. Lenin antisemitizmi sosyo-politik bir şeytan olarak gördü." 61

Lenin'in bu düşüncesi, bütün "yoldaşları" tarafından paylaşılmaktadır: "Antisemitizm komünistler tarafından karşı devrimci bir ideoloji olarak kabul edilmekteydi." 62

Bolşeviklerin antisemitizm gibi şoven bir ideolojiye karşı olmaları elbette yanlış bir şey değildi.. Fakat "rejim muhalifi" olarak gördüğü çevrelere inanılmaz baskılar uygulayan katı Sovyet rejiminin neden Yahudileri olağanüstü sempati ile davrandığı da ister istemez akla takılıyor. Lenin iktidarda olduğu 7 yıl boyunca aynı politikayı büyük bir ısrarla sürdürmüştür. Komünizmin aleyhindeki en ufak bir hareketin ölümle cezalandırıldığı, her türlü dini inancın (Yahudilik hariç) şiddetle ezildiği, milyonların katledildiği bu dönem, Yahudiler için oldukça olumlu geçmiş, Lenin Yahudi taraftarı tutumunu sürekli korumuştur:

Lenin Yahudilere karşı her zaman sempatik bir tutum sergilemiş ve bu tutumunda kararlı olmuştur.63

Lenin hastalık dönemlerinde ve hayatının son zamanlarında bile Yahudiliğin haklarının savunuculuğunu yaptı.64

Lenin'in Batılı finansman çevreleri tarafından desteklenmesinde kişisel özelliklerinin de etkisi vardı sanırız. Lenin'in, komünistlerin "burjuvazi örgütü" olarak nitelendirdiği mason localarına kayıtlı olması oldukça ilginçti. Söz konusu bilgiyi masonlar tarafından hazırlanan Mason Sözlüğü'nde buluyoruz: "Lenin Vladimir Oulianof: 1914 öncesi Paris'teki Fransız Büyük Doğusu'na bağlı Union de Beleville Locası'na kayıtlıydı." 65

Bu aslında bize, aradığımız sosyalizm-kapitalizm ilişkisi konusunda önemli bir bakış açısı sunuyor. Bu iki karşıt blok arasında var olduğu söylenen ittifak, herhalde en iyi masonluk gibi gizli örgütlenmeler sayesinde sağlanabilirdi. Lenin, bahsettiğimiz çevrelerin çok önem verdiği "soy" yönünden de aranan özelliklere sahipti. Türkiyeli Yahudilerin çıkardı Şalom gazetesinde "şimdi de Lenin'de Yahudi Kanı" başlıklı yazıda Lenin hakkında verilen önemli bazı bilgiler şöyle:

Yıllardan beri sadece antisemitler tarafından iddia edilen Lenin'in Yahudi kökenli olduğu tezini, son günlerde daha geniş kitleler de kabul etmeye başladı. Olayın ilginç bir başka yönü ise, her türlü eşitliğin savunulduğu ve şu anda tarihe karışmış olan SSCB'de Stalin'in bu gerçeği bilmesine rağmen açıklanmasını defalarca engellemiş olmasıdır. Son olarak, demokratik hareketlerin sadık bir destekçisi olan ve antisemitizm ile suçlanması mümkün olmayan Moscow News gazetesi de, geçen gün yayımladığı bu yazısında, Lenin'in büyükbabasının (anne tarafından) dönme bir Yahudi olduğu haberini verdi. Moscow News muhabirlerinden Matolyo Davidova'nın, merhum Sovyet Komünist Partisi'nin arşivlerinden derleyerek hazırladığı habere göre, Lenin'in ölümünden sonra ablası Anna Ulyonova-Yelizarova, Sovyet diktatör Josef Stalin tarafından, kardeşinin hayatını konu alan bir kitap için bilgi toplamakla görevlendirildi.

Ailenin tarihçesi hakkında geniş ve derinlemesine bir araştırma yapan Ulyanova, 1929'da Stalin'e yazdığı mektupta Lenin henüz bebekken ölen büyükbabası Alexander Blank'ın bir zamanlar Yahudi olduğunu açıklayabilmek için izin istedi... Ancak Stalin kendisine yazdığı acele cevapta, Ulyanov ailesinin Yahudi geçmişinin açıklanmasını "şimdi zamanı değil" diyerek engelledi. Öte yandan Davido da, büyük Sovyet liderinin Yahudi kökleri ile ilgili hikayesi, kendisine hatırlatıldığında şöyle cevap verdi: "Benim için önemli olan, Lenin'in büyükbabasının Yahudi olması değil, bunu bilen ve açıklamak isteyen kızkardeşinin Stalin tarafından engellenmiş olmasıdır." Bu tarihin saklanmış önemli parçalarından biridir ve ben de bunun mümkün olduğunca çok insan tarafından bilinmesini istiyorum.66

Lenin'in Yahudi dinine karşı da ilginç bir yakınlığı vardır. Özellikle ibadetleri uygulama konusunda çok hassastır:

Birgün, Yitzhak Steinberg (İhtilal kadrosundaki Yahudilerden biri) asillerin eski kız yatılı okulu Institute Smolny'de Lenin ve arkadaşlarıyla birlikte toplantıya katılır. Lenin aniden dönerek: "Yitzhak minhayı söyledin mi? Git hemen duanı yap yoksa çok geç olacak" der.67

Yahudilere karşı bu denli "sevecen" olan Lenin, aslında diğer insanlara karşı son derece sert ve acımasızdı. İktidarda bulunduğu dönemde milyonlarca insanı ölüme gönderen Lenin hakkında, ünlü Rus yazarı Soljenitsin, Time dergisine verdiği demeçte şu yorumu yapıyor:

Lenin tam bir zalimdi. Kimseye acımazdı. Halka yaklaşımında en küçük bir insani taraf yoktu. Kitlelere de, kendisini takip etmediğini sandığı tek tek kişilere karşı da zalimdi.68

Lenin'in ölümü de oldukça anlamlıydı. Milyonlarca insanı Yahudi hedeflerine uygun olarak ölüme, anarşiye, dinsizliğe sürükleyen Lenin; büyük acılar içinde kıvranarak ve tanınmaz bir halde öldü. Le Figaro dergisinin bildirdiğine göre Lenin, cinsel ilişkiyle ve özellikle fahişelerden bulaşan Frengi hastalığı nedeniyle felç ve hafıza kaybına uğrayarak öldü. Uzaktaki evlerden bile duyulan çığlıklar atarken ağzından dökülen şu sözler oldukça ilgi çekici: "İnsanlar... bana yardım edin... devrim.... şeytan burada, burada." 69

Stalin Ne Kadar ANTİSEMİT?

Stalin, 20. yüzyılın en korkunç adamı... Onmilyonların katili... Truman'la birlikte "soğuk savaş"ın mimarı, batı düşmanı... Sosyalizmi köylüleştiren, basitleştiren, soğuklaştıran adam... Ve fanatik bir Yahudi düşmanı.

Bu tablonun ne kadarı gerçeğe uygun, incelemeye çalışalım. Stalin'in uyguladığı vahşete, baskı politikasına kuşku yok ama "Batı"yla ilişkileri ve paranoid antisemitizmi biraz bulanık görünüyor. "Dünya Düzeni"nin yazarı Mullins, Stalin'in bilinmeyen bir görüntüsünü ve sosyalizm-kapitalizm bağlantısının bir başka örneğini şöyle anlatıyor:

1935'te Stalin Rusya'da bir çok yabancı yatırımı kamulaştırdı. Fakat Standard Oil mallarına dokunulmadı. 5 yıl planları (1928-32, 1933-37, 1938-42) hep uluslararası bankalar tarafından finanse edildi. 1920'lerde, Rusya'yla iş yapan başlıca firmalar Vacuum Oil, International Harvester, Guaranty Trust ve New York Life idi. Bütün bu şirketler Morgan-Rockefeller yatırımları ile kontrol ediliyordu.70

Stalin'in Yahudi düşmanı görüntüsü ise "misyon"unun asıl önemli yanını oluşturuyordu. Bu görüntünün gerçekliğini incelemeden önce, Stalin'in, Yahudiler açısından çok önemli olan "soy" özelliklerine bir bakalım:

Sovyet generalleri de kabul ediyorlar ki, Stalin Yahudi asıllıdır.71

Stalin'i yani Djugashvili'yi küçüklüğünden beri tanırım. Babası bir eskici, büyük babası ise Yahudi bir tenekeci idi, eskicilik de yapardı.72

...Stalin'in ailesi eski paçavra ve teneke satışı ile geçinen, Yahudi'den dönme bir aile idi.73

...Hepimiz Djugashvili'nin Yahudi olduğunu bilirdik.74

Fakat, Stalin tüm dünyada koyu bir Yahudi düşmanı olarak tanınır. Olayı incelediğimizde, bu görüntünün, Stalin döneminde Rusya'ya oynanmış olan bir senaryonun gereği olduğu düşüncesi doğuyor. Stalin'in Yahudilere yani kendi soydaşlarına karşı izlediği politika oldukça ilginçtir. İktidarının ilk yıllarında, Lenin'in tavrını aynen devam ettiren ve Yahudilere karşı olağanüstü olumlu bir politika izleyen Stalin, daha sonraları yavaş yavaş tutumunu değiştirir, 1930-40 yılları arasında süren değişim özellikle II. Dünya Savaşı yıllarında büyük bir Yahudi düşmanlığına (!) dönüşür.

Encyclopædia Judaica, Stalin'in Yahudi politikasını şöyle anlatıyor:

Lenin antisemitizme karşı bir politika uygulamış, ve politikasını verdiği ifadelerle ortaya koymuştur. Sovyetlerdeki bu durum Stalin'in diktatörlüğünün yoğunlaştığı 1920'lerin sonuna doğru devam etmiştir.75

Stalin, 1930'ların ilk yıllarına kadar, Lenin'in izlediği Yahudi taraftarı politikayı aynen devam ettirir. 1931'de Jewish Telegraph Agency'e verdiği demeçte "antisemitizmin şovenist ırkçılığın çok aşırı bir kolu ve yamyamlığın çok tehlikeli bir yöntemi" olduğunu ifade eder.76

Fakat bu tarihten sonra Stalin değişecektir!

Dönüş noktası 1930'larda başladı. Sovyet yönetim antisemitik ifadeleri cezalandırmayı veya engellemeyi bıraktı. Bu sıralarda hükümet Yahudi kurumları ve önemli figürleri sistematik olarak ortadan kaldırmaya başladı.77

Stalin, 1930'lardan sonra gittikçe artan bir antisemitik politika izlemeye başlar. Bu yıllar, aynı zamanda Stalin'in ülke içinde milyonları "halk düşmanı", "karşı devrimci" gibi suç(!)larla katletmeye başladığı yıllardır. Stalin'in Yahudi aleyhtarlığı (?) gittikçe artan bir şekilde devam eder. II. Dünya Savaşı'nda doruğuna ulaşan bu politika ölümüne kadar sürer:

1948-53 Rus Yahudileri için "kara yıllar", Ülkenin en üst hükümet kademesinde tam bir Yahudi karşıtı hareket aktif bir politika olarak uygulanmaya başladı... Sovyet gazete ve dergileri anti-Yahudi bir kampanya başlattılar... Yahudi yazarlar, halk liderleri yakalanıp idam ediliyordu... Binlerce Yahudi işten çıkarıldı.78

Ölümüne kadar Stalin, Yahudilere karşı düşmanca bir tutum sergilemiştir.79

Bütün bunlarla birlikte, Stalin döneminde kurulan İsrail devletine ve siyonist harekete karşı da aleyhte propaganda yapılır;

İsrail devletinin ve Siyonist hareketin anti-Sovyet Amerikan casusluk yöntemi olarak tasvir edilmesi "kara yıllarda" uygulanan antisemitik programın bir bölümüydü.80

Bütün bu Yahudi aleyhtarı politika acaba gerçek miydi? Yahudi düşmanlığını ilk başta "şovenist ırkçılığın tehlikeli bir kolu" olarak nitelendiren Stalin'in birden ateşli bir Yahudi düşmanı (!) olmasının nedeni neydi?

Çok ilginç, Stalin, Rusya sınırları içinde antisemitizm uygularken, İsrail'i ve siyonizmi lanetlerken, dışarıda İsrail'in kurulmasını var gücüyle desteklemiştir:

1948'de İsrail'in kurulması fikrini Sovyet Rusya desteklemiştir.81

Stalin'le birlikte Yalta'da yedikleri bir yemek sırasında, Roosevelt, Stalin'e siyonizmi destekleyip desteklemediğini sorunca, Stalin "evet" cevabını verir.82

II. Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler, Filistin'deki Yahudi yerleşimini desteklemişlerdir.83

Gerçekte, İsrail'i diplomatik olarak ilk tanıyan ülke Sovyetler Birliği oldu.84

Hatta Stalin, I. Arap-İsrail Savaşı'nda İsrail'e Çekoslovakya üzerinden silah yardımı yapar.

Bu tablo biraz garip değil mi? Sovyet Yahudilerine haksız biçimde büyük baskılar uygulayan Stalin'in İsrail'i var gücüyle desteklemesi nasıl açıklanabilir? Stalin'in kullandığı kadroları da Yahudilerden seçmeye özen göstermesi bir başka açıklaması zor olay:

Macaristan'da II. Dünya Savaşından sonraki yönetimde Yahudi dönmeleri önemli rol oynadılar. Stalin özellikle onları politbüroya soktu. Çünkü onlara normal Macarlardan çok daha fazla güveniyordu.85

Stalin'in Yahudilerle olan ilişkisi oldukça kapsamlıydı:

Stalin, Londra'dayken odasını Walhoch adlı bir Polonya Yahudisiyle paylaşıyordu. Bu Yahudi Maxim Litvinov diye de bilinir, ve ileride birgün Stalin'in Dışişleri Bakanı olacaktır.86

Mekhlis, Stalin'in özel sekreteriydi. Kızılordunun politik kanadının başına II. Dünya savaşı sırasında geçmiştir. Ve bir Yahudidir.87

Bu tablo, Yahudi Stalin'in neden Yahudi düşmanı (!) olduğunu anlamak açısından oldukça önemli. Stalin'in gerçekte, hiçbir zaman Yahudi düşmanı olmadığını anlamak zor değil. Onun uyguladığı program, yalnızca Filistin'de kurulan İsrail devleti için gerekli olan Yahudi nüfusu oraya göndermek içindi. Yahudiler tarafından finanse edilip başa getirilen Nazilerin yapay Yahudi düşmanlıkları nasıl Almanya'daki göçe isteksiz Yahudileri "ikna" ettiyse, Rusya'da da oldukça kalabalık olan Yahudi nüfusu da Stalin'in yöntemleriyle ikna oldu.

1948'de kurulmasından sonra İsrail için herşeyden önemli olan ihtiyaç Yahudilerdi. En geniş potansiyel ise Stalin'in kontrol ettiği sınırlar arasında bulunuyordu.88

Göçe razı olmayan Yahudilerin bu yöntemle ikna edilmeleri kararı 1930'larda kesinleştiği için, Stalin bu yıllarda antisemitik politikaya başladı. Nazi hareketinin gittikçe dozunu arttırdığı Yahudi düşmanlığının Stalin'le aynı periyodlara uygun gelmesi bunun açık delillerinden biri. Nitekim, bu politika hedefine ulaştı, Rusya'da İsrail'e büyük çapta Yahudi göçleri oldu. Stalin'in gittikçe yoğunlaşan ve İsrail'in kurulmasıyla doruğuna ulaşan antisemitizm politikası beklenen sonucu vermişti:

İsrail bağımsızlığını kazandıktan sonraki dönemde, II. Dünya Savaşından sonraki ilk 3 yılda, Yahudiler Rusya'dan göç etmeye başladılar. Yüzlerce göçmen Romanya, Bulgaristan, Macaristan gibi demirperde gerisi ülkelerden göçe başladı. Bütün bu kaçış uğraşıları Yahudileri Rus kontrolünden kurtarmak yolundaydı. Bu sırada göçü organize etmek için Mossad Aliyah Bet adında bir organizasyon kurdu. 89

Stalin'in Yahudi düşmanı gözükmesinin diğer bir nedeni de dünya çapında yaptığı propagandadır. 40 milyon insanı acımasızca öldüren ve dünya tarihinin en büyük katillerinden biri olan Stalin'in Yahudi düşmanı olarak tanıtılması şüphesiz en çok Yahudi liderlerin işine yaradı. Naziler örneğinde de Yahudi liderler, psikopat insan kasaplarını, "rejim düşmanlarına" yani sivil halkın üstüne, ve siyonizme karşı çıkan Yahudilere karşı kullandılar. Ve bunun yanında, soykırım masalı sayesinde bütün dünyada hala kullandıkları bir mazlumluk imajı kazandılar. Stalin'in yöntemi de aynı oldu, dünyanın en kanlı diktatörü ve dolayısıyla "zavallı Yahudilerin düşmanı" olarak tanındı.

1 Mehmet Ali Birand, Sabah, 13 Mart 1993.

2 B. Russel, The History of Western Philosophy.

3 Alia İzzetbegoviç, Doğu ve Batı arasında İslam, s. 277.

4 Bryan Magee, Karl Popperin Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, s. 137

5 Encyclopædia Judaica, Cilt 11, ss. 1071-1074.

6 Jewish Chronicle, 10 Nisan 1992.

7 Malachi Martin, The Keys of This Blood, s. 200.

8 Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, s. 48.

9 Jacques Bordiot, Le Pouvoir Occulte, Fourrier du Communisme, ss. 102, 103.

10 Ibid., ss. 120,131.

11 Encyclopædia Judaica, Cilt 15, s. 26.

12 Frederic Engels, Londra, 19 Nisan 1890; Otto Heller, La Fin du Judaisme, s. 136.

13 Meydan Larousse, Cilt 10, s. 349.

14 Le Nouvel Observateur, 30 Ocak-5 Şubat 1987; Le Crapouillot, Yeni Dizi, No. 49, 1979.

15 Proudhon, Mülkiyet Nedir? Kronoloji Bölümü, s. 10.

16 Daniel Ligou, Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, s. 102.

17 Masonluk Üzerine, s. 10

18 Grand Encyclopedia, Cilt 16, s. 9925.

19 Ibid.

20 Michael Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln, The Messianic Legacy, s. 187.

21 A. P. Mendel, Michael Bakunin: The Roots of Apocalyps, s. 372.

22 Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, ss. 64, 65

23 Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 792.

24 Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 797.

25 Encyclopædia Judaica, Cilt 4, s. 1501.

26 Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 796.

27 Gary Allen, Sermaye ve Sosyalizm, ss. 96-97.

28 Henry Coston, Lectures Françaises, Numero Special, Nisan 1963.

29 Arsene de Goulevitch, Zarism and the Revolution, s. 10

30 Gary Allen, Sermaye ve Sosyalizm, ss. 90-91.

31 Ibid., ss. 92-93.

32 Executive Intelligence Review, The Ugly Truth About the ADL, s. 27.

33 Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 794.

34 Ibid.

35 Gary Allen, None dare Call it Conspriacy, s. 92.

36 Başlangıçtan Bugüne Kadar Dünya Casusluk Tarihi, Cilt 1, ss. 90-91.

37 The New York Times, 10 Nisan 1917.

38 Stephen Knight, The Brotherhood, s. 33.

39 Daniel Ligou, Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, s. 1064.

40 Şalom, 16 Aralık 1987.

41 Encyclopædia Judaica, Cilt 15, s. 1404.

42 Ibid.

43 Gary Allen, Sermaye ve Sosyalizm, ss. 90-91.

44 Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, s. 76.

45 Encyclopædia Judaica, Cilt 15, s. 1405.

46 Şalom, 16 Aralık 1987.

47 Encyclopædia Judaica, Cilt 1, s. 1406.

48 Gary Allen, Sermaye ve Sosyalizm, s. 88.

49 Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, s. 68.

50 Ibid., s. 73.

51 Ibid.

52 Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, ss. 74-75.

53 Ibid., s. 78.

54 Ibid., s. 45.

55 Gary Allen, Sermaye ve Sosyalizm, s. 96.

56 Ibid., s. 99

57 Encyclopædia Judaica Cilt 11, s. 13.

58 Ibid.

59 Encyclopædia Judaica, Cilt 11, s. 14.

60 Encyclopædia Judaica, Cilt 11, s. 13.

61 Encyclopædia Judaica, Cilt 3, s. 148.

62 Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 798.

63 Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 794.

64 Encyclopædia Judaica, Cilt 11, s. 14

65 Daniel Ligou, Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, s. 693.

66 Şalom, 3 Mayıs 1992.

67 Şalom, 16 Aralık 1987.

68 Tercüman, 2 Ağustos 1989.

69 Yeni Asya, 27 Şubat 1992.

70 Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, 54

71 Los Angeles Jewish Bnai Brith Messenger, 3 Mart 1950.

72 Eugen Viladimir Gredjinsky, The Life of Stalin, İmam Raguza, s. 14.

73 Soviet Staff Officer, 1951, s. 8.

74 Ibid., s. 8.

75 Encyclopædia Judaica, Cilt 3, s. 148.

76 Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 800.

77 Encyclopædia Judaica, Cilt 3, s. 148.

78 Encyclopædia Judaica, Cilt 3, s. 149.

79 Encyclopædia Judaica, Cilt 15, s. 327.

80 Encyclopædia Judaica, Cilt 3, s. 149.

81 Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 807.

82 Peter Grose, Israel in the Mind of America, s. 151.

83 Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 793.

84 Richard Deacon, The Israeli Secret Service, s. 39.

85 Newsweek, 7 Mayıs 1990.

86 Alex De Jonge, Stalin, s. 68.

87 Ibid., s. 68.

88 Andrew Cockburn, Leslie Cockburn, Dangerous Liaison, s. 22.

89 Ibid., s. 22.